Ben Hanife. Yetmiş iki yaşındayım



Dönünce kapıyı açmadı.

“Kapıyı çarpıp gittin,” dedi.

Yemek koymadı tabağıma, aç kaldım.

Suyuma tuz basmış, “Elin titremiştir,” dedi.

Kış günü pencereleri açık bıraktı, “Ev kokuyor,” dedi.
Her seferinde kulağıma eğilip tehdit etti:

— “Oğluna bir laf edersen, seni delirdi diye aldırırım!

Vallahi ederim, billahi ederim!

Ağzını aç da göreyim!”

Sustum.

Yuttum.

Çünkü analık bazen içine atmak demekti.

Ama o sabah… yüreğimden taştı.

Hasan işe gitmişti.

Nazife geldi, masaya bir tabak koydu.

İçinde koca koca kırmızı biberler.

Üstü pul biberle kıpkırmızı.

— “Yiyeceksin,” dedi.

— “Nazife… yapma,” dedim.

— “Yiyeceksin! Yoksa Hasan’a derim ki bana saldırdın. Seni kapı önüne koyar! Bak bakalım inanıyor mu sana!”

Baktım ki gözleri şeytan gibi bakıyor.

Korktum.
Reklamlar